Hakan Yaman’dan ‘Güz Kokulu Günahlar’
Levant’ın sırları
Hakan Yaman Güz Kokulu Günahlar’da, okuru 1870’lerin İzmir’ine, bir grup İtalyan kökenli Levanten’in çıktığı sıra dışı yolculuğa ve bir günlüğün sayfaları arasına götürüyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş belirtilerinin çok uzağındaki bu insanların aşk, kıskançlık, ihanet ve intikam duygularıyla dolu serüvenleri, Ege dekorunda geçen bir İtalyan operası kurgusuyla anlatılıyor.
Leyla DAŞKAYA
14/07/2011
On sekiz ve on dokuzuncu yüzyılda Batı’dan; Osmanlı İmparatorluğu’nun ticaret alanında sağladığı ayrıcalıklardan faydalanarak liman şehirlerine yerleşen Müslüman olmayan azınlıklara Levanten denilirdi. Levant’ın (Doğu’nun) parlak ticaret şehirlerinden biri de İzmir’di. Dönemin gezginleri gezi notlarında İzmir’den ‘Levant’ın Başşehri’, ‘Levant’ın İncisi’ diye bahsetmişlerdir. Farklı uyruklara, ayrı kiliselere mensup olmalarına rağmen Levantenlerin ortak noktası ticaretle sağladıkları ekonomik güçtü. Kaldıkları süre içerisinde şehrin önemli bir ticaret merkezine dönüşmesini sağlamanın yanı sıra modernleşmenin sosyal hayata nüfuz etmesine de neden oldular.
Lozan Antlaşması’nda kapitülasyonların kaldırılmasıyla büyük bir bölümü ülkelerine geri döndü. Hakan Yaman’ın romanı Güz Kokulu Günahlar, on dokuzuncu yüzyılda İtalyan Levanten bir ailenin kendi içinde kısa tarihini anlatıyor. Romanın arka fonunda, İzmir’in güzel dekoruyla ticaret ve eğlence hayatı anlatılırken, Osmanlı-Rus Harbi arkasından Ayestefanos ve Berlin Antlaşması, imparatorluğun çalkantılı günleri bu ailenin çok uzağında bırakılmış. İmparatorluk için çalkantılı geçen bir dönemde sanki şehir ve insanlar cam bir fanus içerisinde tüm olanlardan hiç etkilenmemiş.
GÜNAHA SON ÇAĞRI
Romanın ana konusu aşk, kıskançlık, aldatma gibi görünüyor olsa da, okur iç içe geçmiş birden fazla hikâyeyle karşı karşıya. Roman Alfredo’nun karısı İsabella’nın günlükleri üzerinden iki hafta gibi kısa bir zaman aralığını anlatıyor. Diğer yandan Alfredo’nun yaşadığı geri dönüşlerle elli yıllık bir geçmiş yeniden analiz ediliyor. Dönemin sanat ve moda akımları mimariden resme tüm ayrıntılarıyla ana konuyu destekliyor. Yaman, İzmir’i tüm güzellikleri ve döneme ait ayrıntılarla anlatmış.
Alfredo her perşembe olduğu gibi o günde körfez manzaralı çalışma odasında vermut içerek arkadaşı Nikola’yı bekler. Çalışma masasını karıştırırken yirmi yıl öncesine ait karısının günlüğüne rastlar, merakına yenik düşerek okur ve yıllar önce çıktıkları bir gezide karısı ve en yakın arkadaşı tarafından aldatıldığını öğrenir. Dünyası başına yıkılan Alfredo, Tanrı’yla konuşarak hesaplaşma yoluna gider. İhaneti öğrenmiş her koca gibi onun da bir şey yapması gerekir. Her ne kadar bu ihanet yılların ardında gölgede kalsa da, Alfredo’nun üzüntüsü ve iç sorgusu, onu geçmişe çocukluğuna götürür. İlk aldatıldığı ilk ağladığı güne dokuz yaşına geri döner. Babasının habersiz evi terk edişi, annesinin ölümü ve hiç unutmadığı ve bir türlü kim olduğunu öğrenemediği gizemli bir adam onun kâbusu olur. Okur terasta ağlayan adamın aldatılmışlığından daha çok, babası tarafından aldatılmış sorularla tek başına kalmış çocuğun gözyaşlarıyla, huzur ve mutluluğu sorgulayışına tanıklık eder. Öte yandan Nicola’da her perşembe olduğu gibi Alfredo’nun evine doğru yola koyulmuştur.
Delikanlılık, İsabella ile evlilik, işlerin yeniden yoluna konması, mali olanakların iyileşmesi çocukların büyümesi Alfredo’nun zihninde geri dönüşlerle anlatılıyor. Alfredo’nun çocuklukta aldığı yaraların ilk gençlikte ve olgunlukta onarılamadığını bu geri dönüşlerle anlıyoruz. Çocukluğunun karabasanlarıyla yüzleşememiş olmasını uğradığı ihanet yeniden tetikliyor. Aldatılmayla katmerleşen acısı teselli bulmaz bir hale dönüşüyor. İntikama karar veremeyişi gerçekle yüzleşmede gösterdiği ikilemler, onu kararsız ve cesaretten yoksun bir karakter haline getiriyor. Romanın başlangıcından itibaren elinde bir silah var ve son sayfada dahi okur kurşunu kime yönelttiğini tam olarak anlayamıyor.
İsabella ve Alfredo evliliklerinin beşinci yılında yakın dostlarıyla beraber dönemin koşullarında hayli zorlu bir geziye çıkarlar, İncil’de adı geçen kutsal Yedi Kilise’yi gezmek üzere İzmir’den hareket ederler. Grubun içerisinde sıra dışı karakterlerin varlığı geziyi bir haç yolculuğundan ayırır. Yaşlı ve sarhoş şair Luca, sevgilisi güzeller güzeli İspanyol dilberi Gabriella. Alfredo’nun ortağı ve sevimsiz karısı, Alfredo’nun yakın dostu çapkın Nikola ve genç sevgilisi, İsabella’nın en yakın arkadaşı ve ideal kocası, kilisenin yaşlı rahibi, Fransız arkeolog ve çömezi. Dönemin zenginlerinin yaşam tarzına göndermeler, sanat ve din adamlarının himaye edildikleri manidar bir dille İsabella’nın kaleminden yapılıyor. Bu gezide okur İsabella’nın günlükleri üzerinden olan biteni dedikoducu bir dille öğrenirken, diğer karakterleri de İsabella’nın gözüyle tanıyor. İsabella’nın objektif olmayan anlatımları aşırı uçlara vardığında yazar tarafından ana metinde daha objektif bir dille yeniden anlatılması, yazma hevesiyle gerçeklerden sapan bir çırağın ustası tarafından gözlenmesine benzetilebilir.
Yolculuk ve gidilen antik kiliseler tüm ayrıntılarıyla hoş bir Ege dekoru oluşturuyor. Arkeolojik kalıntılarda İncil’den bölümler okunarak gezinin inanç boyutu öne çıkarılarak, aynı anda İsabella’nın kulaklarında Tanrı’nın sözleri yankılanırken aklında da şeytanın vesveseleri arasında ikilemler yaşadığının altı çizilmiş. İsabella’nın İngiliz hanımefendilerine özenerek tuttuğu günlükteki ağdalı dil ve anlatım yazar tarafından ana romandan üslup olarak ustaca ayrılmış. Bir kadın, bir eş olarak İsabella hayatının sıkıcı hale gelen tekrarlardan oluşmasını ve alışkanlıklarını sorguluyor. Geçen yıllarla azalan duygular evliliğini sorgulamasına neden olurken, kocasının dışında başka bir erkekle cinsel deneyim yaşama isteği zaman zaman İsabella’nın gerçekle bağlarını koparıyor. Yaşadıklarından öte olmasını istediği şeyleri günlüğüne yazmaya başlıyor. Bu istek onu karşı kayamadığı bir heyecan fırtınasının içine sürüklüyor. Kimseye anlatamadığı için tüm ayrıntıları gezi boyunca defterlere yazıyor. Sebepsiz yere kocasını aldatamayacağı için bu aldatmayı kendi içinde haklı gösterecek dayanaklar bulmaya çalışıyor ve bunu da ancak aldatılır ise yapabilecektir. Neredeyse kocası onu aldatsın diye içten içe dua ediyor.
İNTİKAM VE HEYECANLI BİR DENEYİM
Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı ama bir kadın neye inanmak isterse görünen şekil değiştirebilir. Kıskançlık, o ilkel duyguya kapılan İsabella Alfredo’nun gruptaki kadınlardan biriyle kendini aldattığına inanır. Böyle bir şeye inanmak için fırsat kollar aslında, uzun zamandan beri ilişkilerinin sıradanlaştığını düşünmektedir. Evliliğindeki heyecan ateşi sönmeye yüz tutmuştur. Bir erkek olarak Alfredo’nun her fırsatı değerlendirerek onu aldattığına inandığından, kendinde de kocasını atlatma hakkı görür. İntikam ancak kısasa kısas olursa içindeki ateş soğuyacaktır. Geziye çıkmadan Alfredo’nun onu aldatma ihtimali olmadığı zamandan bunu aklına koymuş kurbanını da seçmiştir aslında. Hiçbir şey belli etmeden kendine guruptaki en uygun kişiyi seçer ve Nikola’yı baştan çıkarmaya çalışır. Bir kadın bir şeyi istemeye görsün er ya da geç istediğini alır. Amacı gerçekten intikam almak mı? Yoksa aldatmak için fırsat mı kolladı? Sayfalarca bu gelgitleri yazan İsabella sonunda kocasını altadır; Tanrı’ya karşı büyük bir günah işlemiş, dahası bunu kutsal yerleri ziyaret ederken yapmıştır. Pişmanlık duymadığını söyleyemeyiz. Yazarak günah çıkarmış tır zaten. Kocasından hem intikam almış hem de çok istediği heyecanlı bir deneyim yaşamıştır. Gezi biter herkes evine döner sır günlüklere gömülür. Bir daha da kocasını aldatmaz. Hayat olduğu gibi devam eder. Ta ki yıllar sonra hanımına kızan bir hizmetçi günlüğü özellikle beyefendinin çalışma masasına bırakana kadar:
‘İsabella ile tanışıp evlendikleri günler hızla gözlerinin önünden akıp gittikten sonra kendini İsabella’nın Laodikya’yı gezdikleri günle ilgili yazdıklarını okurken bulmuştu Alfredo. Zihninde uçuşup duran düşünceler onu bazen okuduklarından koparıp uzaklara götürse de neyin peşinde olduğunu biliyordu; bir iz arıyordu. Tıpkı İsabella’nın günlüğünde yazdığı gibi kendisinin yüzünde aradığına benzer bir iz. Onun yazdığı satırların arasına sıkışıp kalmış, içini kemiren kurdu deliğinden dışarı çıkaracak zehirli bir iz’ (s. 134) […] ‘Tanıştığımız seneyi, evlendiğimiz günleri hatırlıyorum. Her şey ne kadar farklıydı. Oysa aradan çok zaman geçmedi ama hiçbir aşk, iki insanın birbirini delice sevmesi bile dayanamıyor zamana; en tutkulu aşklar bile başkalaşıyor, eskiyor; geride izler bırakıyor ama yıpranıyor’ (s.140 İsabella’nın günlüklerinden).
Bir kadının tutkuyu arayışı, bunu intikam kılıfına sokarak kendini haklı çıkarma çabası, erkeklerin dünyasında toplumsal baskılarla kadının özgürlüğünü ve yapabileceklerini sorgulayışı, geçmişte kalmış bir ihanetle zamansız sarsılan bir adamın çocukluğuna uzanan yaralanmışlığı ve günümüzden çok uzakta bir İzmir tasvir edilerek anlatılıyor. İnancın, sadakatin ve arkadaşlığın sorgulandığı Güz Kokulu Günahlar’da Yaman, aşk ve ihanet üzerinden asırlarca birlikte yaşadığımız ve öteki dediğimiz Levantenleri dönemin yaşam tarzıyla beraber okura sunuyor.
Güz Kokulu Günahlar/ Hakan Yaman/ Doğan Kitap/ 272 s.