HAKAN YAMAN-DÖRT ARKADAŞ VE ESKİ BİR KİTAP, IL MANİFESTO – ORSOLA CASANGRANDE

HAKAN YAMAN 1963 yılında İstanbul’da doğmuş. Çocukluğu Boğaz’ın Anadolu yakasında küçük bir semt olan Kuzguncuk’ta geçmiş. Bu semtin atmosferine ait izlenimleri yazarın ne yazık ki İtalyancaya çevrilmemiş olan güzel romanı İsrafil’in Kanatları’nda buluyoruz. Kademeli bir üslupla yazılmış olan roman, farklı tarihi dönemleri, gerçekle gerçek olmayanı birbirine harmanlayarak anlatan bir yapıt. Farklılığı ve farklılığı değer olarak kabullenmeyi konu alan bir roman.

Farklı dinlere ve etnik kökenlere sahip bir grup arkadaş, her çeşit soruya cevap bulabilen mucizevi bir kitap hakkında konuşmak üzere 50’li yıllarda birbirini buluyor. Ömer, Raffi, David ve Teodor adlı bu arkadaşlar akşam saatlerinde küçük bir kasabada buluşuyorlar, şarap ve sigara içerek felsefe ve din hakkında tartışmalara ve sohbete dalıyorlar. Ama onların esas dikkatini çeken nokta, eski bir Anadolu efsanesinin, sihirli bir kitabın aranışının hikâyesi oluyor.

Kitabınız Türkiye denen karmaşık ve olağanüstü bir gerçeği, Türkiye’yi anlatıyor. Binlerce farklı çehrenin, kültürün, dilin ülkesini. Ne yazık ki bir çokları için bir zenginlik yerine engel olarak algılanıyor bu değerler

Bu dramatik bir Türkiye gerçeği.Maalesef kendimizi ifade etmeye çalışmadan anlaşılamamaktan şikâyet ediyoruz.  Sanırım bu Asya kıtasına ait kötü bir alışkanlık: Kendinden bahsetmek ayıptır.

Bu nedenle sizin de altını çizdiğiniz kültürel zenginlik kolayca bir engel haline dönüşüyor, ya da öyle algılanıyor.

Elbette her ülke siyasi ve sosyal hatalarıyla hesaplaşmak zorundadır, ama sanırım Türkiye bu açıdan gerçekten de çok yüksek bir bedel ödedi. Romana gelince, eğer söyleyecek önemli sözleriniz varsa, sıkıcı olmaktan kaçınmanız gerekir. Bu yüzden romanımda, okunmasını daha keyifli kılabilmek için muhtelif unsurlar kullanmayı denedim.

Dört farklı yönden okunabilen bir kitapla ilgili eski bir Anadolu efsanesinden hareket ederek, küresel olaylarla yüzleşmeye çalıştım. Hikâyeyi kitabın merkezine yerleştirdim, bunun peşi sıra, romanın kahramanları olan dört arkadaş, bunların farklı dinleri, gelenekleri ve gereksinimleri geldiler.

Kitabın içinde ne oranda otobiyografi var?

Hiç şüphesiz Kuzguncuk. Bu semti iki nedenle seçtim. Romanda geçen 50’li yıllarını bilmiyordum. Ama bu semtin 60’lı ve 70’li yıllarını iyi biliyordum. Hem sonra Kuzguncuk, farklı dinler ve kültürlere ait zenginliklerle yoğrulmuş olan bu ülkede, söz konusu değerlerin bulunabileceği en iyi yerlerden biridir.

Burada bir cami, iki Rum Ortodoks kilisesi, iki sinagog ve bir de Ermeni kilisesi var.

Bu semtte 70’li yıllara gelene kadar Türkler, Ermeniler, Museviler ve Rumlar bir arada ve uyum içinde yaşıyorlardı.

Tarihi olaylara ve ayrıntılara büyük ilgi duyuyorsunuz. Elif Şafak, tarih denildiği zaman Türklerin seçici (eleyici) bir hafızaya sahip olduklarını iddia ediyor. Hemfikirmisiniz?

Bu cümleyi bazı Türklerin seçici hafızaya sahip oldukları şeklinde düzeltebiliriz. Ama yine de dünyanın her hangi bir yerindeki bir takım insanların kendi tarihlerinden bahsedildiğinde seçici hafızaya sahip olduklarını düşünüyorum. Kitabımda, hayali kahramanlarıma gerçekten olmuş olayları yaşatarak bir denge yaratmaya çalıştım.

Romanda, Sultan Mahmud gibi tarihi olarak gerçekten yaşamış bazı figürler ile hayali kişiler bir aradalar.

Roman iki dönemi izliyor: 50’li yıllar, yani romanın geçtiği dönemle onsekizinci yüzyıl. 50’li yılları büyük değişimlerin yaşandığı bir dönem olduğuna inandığım için seçtim. Örneğin roman Türkiye’nin Nato’ya girişinin Türk Parlamentosunca onaylandığı gün başlıyor.

Aktüel siyasi durum üzerine de yorumunuzu alalım.

Bazen kendimi tarihin bir parçası olarak hissediyorum. Yarın zaten öyle olacağım, ama bugün de öyleymiş gibi hissediyorum. Çünkü Türkiye’de bazı şeyler çok ani değişiyor, bazıları ise geçmişe saplanıp kalıyor.

50’li yılları yazarken bugün de altmış yıl öncesindekine benzer şeylerin hâlâ var olduklarını fark ettim. Ne yazık ki kaostan beslenen bir takım güçler var oldukça bu böyle olacak.

ORSOLA CASAGRANDE

Il Manifesto