SÖZCÜ KİTAP EKİ, 2020

Hayatımız uzun bir arayış öyküsüdür!

İsrafil’in Kanatları, Yunus Nadi ödüllü Fotoğraftaki Kadın, İngilizceye de aktarılan Güz Kokulu Günahlar ve Romancı’dan sonra beşinci romanı Huş Ağaçlarının Sessizliği’yle okurlarıyla yeni yayınevi Siakitap vasıtasıyla yeniden buluşuyor Hakan Yaman.

Gündelik hayatın çok basit bir anında, ailesiyle birlikte yaptığı bir pazar kahvaltısında gazetesine gömülmüş bir adamın, belki de iki çayı arasında karısının kaybolduğunu fark etmesiyle başlıyor son romanınız Huş Ağaçlarının Sessizliği. Arayışları yazmayı seviyorsunuz. Bu sefer neden bir eşi kaybetmeyi ve okuru peşinden dolaştırmayı seçtiniz?

Romanlarımda arayış izleğine yer vermeyi sevdiğim doğru. İlk romanım İsrafil’in Kanatları’nın merkezinde esrarengiz bir kitap ve bu kitabı arayan roman kahramanları vardı. Fotoğraftaki Kadın’da romanın başkişisi Suphi, fotoğrafını çektikten hemen sonra kaybettiği bir kadını arıyordu. Romancı’da ise daha katmanlı, iç içe geçmiş arayış öyküleri, bulmacalar vardı.

Cervantes’ten beri romancıların sıkça yer verdikleri arayış konusu aslında hayatın kendisinden çok kopuk değil. Okumak bir arayış, yazmak da öyle. Hayatımız uzun bir arayış öyküsü. Doğduğumuz andan itibaren sürekli bir arayış hali içinde yaşıyoruz. Çoğunlukla da kendimizi arıyoruz. Temel ihtiyaçlarımıza yönelik arayışlarımızın yanı sıra felsefi, bilimsel ve sanatsal bir arayış halinden de söz ediyorum. Sürekli bilmek arzusu içinde olan insan türünün aramadan var olamayacağını düşünüyorum.

Her ne kadar roman bir erkeğin eşini aramasıyla başlamış olsa da bir kadının arayışına odaklanıyor kısa sürede. Kadınların belki de fazlasıyla kıstırıldığı bir dönemde bir kadını irdelemeye, açmaya nasıl karar verdiniz?

Daha önce romanlarımı okumamış olanlar genellikle ne tür romanlar yazdığımı sorarlar. Ben de onlara hep romanlarımda insanı anlattığımı, insan ilişkilerine yer vermeye çalıştığımı söylerim.

Romanın ana malzemesi insandır. Ara Güler, insansız fotoğraf olmaz, derdi. Roman da insansız olmuyor. Romanlarımda erkek kahramanlar olduğu kadar güçlü kadın karakterlere de yer vermeyi seviyorum.

Fotoğraftaki Kadın’da, zamanla Suphi’nin zihninde yeniden yarattığı, kayıp kadın figürü gibi, Güz Kokulu Günahlar’daki Isabella Vitelli ya da Romancı’daki Zahide gibi cesur ve güçlü kadın roman kişilerinin zorlu yaratma süreci beni heyecanlandırmıştı.

Yeni romanımda yine merkezde güçlü bir kadın karakter var. Bunda zoru seviyor olmamım yanı sıra, Emma Bovary, Sarah Woodruff, Clarissa Dalloway’in ve sanırım biraz da Anna Karenina’nın parmağı da var.

Mekânlar, şehirler romanlarınızın gizli kahramanları haline geliyor kimi zaman. Huş Ağaçlarının Sessizliği’nde, bir zamanların kasabası boyutunda dar çevreli bir taşra kentinde başlıyor anlatı, kısa sürede de bir Ege adasına kayıyor. Ada sizin için ne anlama geliyor bu romanda? “Her insan bir adadır” sözünü hatırlarsak, sizce kimin adası Macide’nin gittiği ada?

Mekân roman ilişkisi, üzerinde kafa yorduğum bir konu. İstanbul, doğduğum, büyüdüğüm ve dünyanın en güzel şehri olduğunu düşündüğüm bir metropol. Romanlarımın çoğunda bu kentten derin izler var, çoğu İstanbullunun bile bilmediği mekânlar var. Ancak tek bir şehrin romancısı olarak anılmayı istemediğimden olacak, romanlarımı daha özgür ve daha geniş coğrafyalarda koşturmayı tercih ediyorum. İzmir’i ve çevresini yazarken de Ankara’yı ya da Midilli Adası’nı anlatırken de aynı keyfi alıyorum.

Ada, üzerine tezler yazılacak bir konu. Thomas More’un Utopia’sından, Robinson Cruose’ya, Gulliver’in Seyahatleri’ne kadar merkezinde ada olan pek çok kitap okuyarak büyüyoruz. Ada’nın masalsı bir anlamı, serüveni çağrıştıran bir tarafı var.  Bunun yanında tabii ki bir kaçış, bir münzevi hayat arayışı, yalnız kalma haline de yönelimi olduğu ortada. Huş Ağaçlarının Sessizliği’nde bunlardan söz ediyorum zaten. Midilli Adası Nikos için böyle bir anlam ifade ediyor.

Gündelik hayatın hayhuyunda en yakınındaki insandan bihaber kalabiliyor sanki insan. Ne oluyor da biz bugün kendimizi, yanımızdaki insanı bile tanıyamadan yaşayıp gidiyoruz sizce?

Zaman eskiden olduğu gibi akmıyor artık. Teknoloji ve modern yaşam, zamanı hissetme biçimimizi tamamen değiştirdi. Daha çok şeye, daha hızlı ve daha kolay ulaşıyoruz. Durum böyle olunca da pek çok şeyi ıskalamaya başlıyoruz. Hayat o kadar hızlı akıyor ve yetişmek zorunda olduğumuz o kadar çok şey var ki, bu koşuşturma içerisinde bazen en yakınımızdakileri bile göremez, onlarla kaliteli zaman geçiremez hale geliyoruz.

Dünya kesinlikle insan ilişkilerinde yeni bir boyuta geçiyor. Yakın gelecekte dostlukların azalacağını, arkadaşlıkların daha sanal ortamlara kayacağını ve daha çok yalnızlaşacağımızı düşünüyorum. Yalnızlık bir salgın hastalığa dönüşebilir.

Huş Ağaçlarının Sessizliği romandaki karakterlerinizden birinin içsel imgesiyle ilgili bir isim. Siz de profesyonel yöneticilik yaşantınızdan yazarken oluşturduğunuz bir iç dünyada yazıyorsunuz romanlarınızı. İki farklı yaşantıyı siz nasıl dengeleyebiliyorsunuz? Yazmanın yöneticiliğinize, yöneticiliğin yazma faaliyetinize katkıları neler oluyor? Ve bu romandan sonra Hakan Yaman ne aramaya devam edecek yazacaklarında? Okurunuzu bundan sonra nasıl bir kitap bekliyor?

Yöneticilik ve yazarlığın birbirlerini olumlu anlamda desteklediklerini düşünüyorum. Yöneticilik, hayatın değişik noktalarında var olabilmemi, çok farklı ortamlarda, farklı insanlarla tanışabilmemi sağlıyor. Bu da tekrara düşmeden, içerik olarak daha zengin romanlar yazabilmek için iyi bir fırsat sunuyor bana. Öte yandan yazarlık da ayrıntıları yakalama, iç disiplin, empati gibi konularda önemli refleksler geliştiriyor ki, iş hayatında, ilişki ve insan yönetiminde bunun çok faydasını gördüğümü söyleyebilirim.

İki farklı yaşantıyı dengelemeye çalışmaksa işin en zor yanı. Bazen Clark Kent, bazen de Superman olmanız gerekiyor. Bu geçişi de Superman’in telefon kulübesinde kıyafet değiştirmesi gibi kısa sürede yapamıyorsunuz.

Uzun süredir bir dönem romanı üzerinde çalışıyorum. Türkiye’nin başından geçen üç ihtilali içine alan yaklaşık elli yıllık bir dönemi yazıyorum. Bir yandan romanın hikâyesini anlatırken bir taraftan da dönem akıyor. Dönemi arka planda bir fon olarak kullanmamaya, anlatının önüne çıkarmaya gayret ediyorum. Türkiye’nin ağır bedeller ödediği bu dönem,  roman kahramanı olmayı fazlasıyla hak ediyor bence. Yine çok okuyorum, çok araştırıyorum. Bu yüzden biraz yavaş ilerliyor. Huş Ağaçlarının Sessizliği’ni bu romanın arasında yazmıştım. Şimdi yeniden yarım bıraktığım romana yoğunlaştım.

HUŞ AĞACININ SESSİZLİĞİ
Hakan Yaman
Sia Kitap
2020, 176 sayfa