TUTKU YA DA TAKINTI, RADİKAL GAZETESİ – A. ÖMER TÜRKEŞ, 2008

A. ÖMER TÜRKEŞ
14/11/2008

Fotoromanın kahramanı Suphi’dir. Zaman zaman kahramandan rol çalan figüranlar da var; annesi, ganyan bayisi dayısı, fal meraklısı teyzeleri ve aileye hiç uymayan sanatçı amcası… Kimisi dua ederek, kimisi fal bakarak, kimisi akıl vererek, kimisi eğleyerek yarasına merhem olmaya çalışırken Suphi de İstanbul’un dört bir yanında isimsiz sevgilisinin izini sürecektir

Geçen yıl yayımlanan İsrafil’in Kanatları Hakan Yaman’ın ilk romanıydı. Tutkulu bir arayış vardı hikâyesinde. Türlü sırlar barındıran gizemli bir kitabın peşine düşmüşlerdi roman kahramanları. Yaman’ın ikinci romanı Fotoğraftaki Kadın’ın kurgusu da arayış üzerine. Ancak bu kez tutkunun nesnesi, güzel bir kadın. Hakan Yaman, nesnesi her ne olursa olsun, tutkunun ve arayışın bireyler üzerinde yarattığı etki ve değişimleri anlatıyor her iki romanında da…

Fotoğraftaki Kadın’da birinci bölümün anlatıcısı, romanın kahramanı Suphi. Biraz geveze, gevezeliğinin de farkında. Ancak kapılıp gittiği tutkuyu anlatmak için en başa, dar gelirli ailesiyle Anadolu’da geçirdiği çocukluk yıllarına kadar gitmesi biraz gevezeliğinden biraz da bu durumlara nasıl düştüğünü açıklığa kavuşturmak isteğinden. İşte bu nedenle sık sık eski yıllara dönüp, otoriter bir babanın ürkütücü gölgesinin düştüğü kavruk yüzlü, sıska, çelimsiz çocukluğuna bakıyor Suphi.
“Şimdi bu adam neden böylesine dik iniş çıkışlar içinde, nedir bu gelgitler demeyin diye anlatıyorum bunları. Çünkü böyle büyüdüm ben, böyle terbiye aldım. Şimdi bazı tuhaf hareketlerim varsa muhtemelen bundandır. Bazen hâlâ rüyalarımın silik peronlarında ağzında düdükle bekleyen korkunç karaltılar varsa bundandır. Bundandır bakar bakmaz anlayacağınız marazi hallerim. Boynumun tıpkı bir derviş gibi biraz mahcup bir açıyla yana yatık duruşu, bakışlarımın ara sıra sağa sola kaçışı, ellerimi, yüzümü, gözlerimi, gülüşümü, hep bir şeyleri saklama ihtiyacında oluşum belki de bu yüzdendir. Bu yüzdendir konuşurken ağzımdan kelimelerin çarçabuk değil de ağır aksak çıkışı, hareketlerimin hantal, ağır ve kaba oluşu. Bu yüzdendir hâlâ bir kadının yanına sokulup iki kelimeyi bir araya getiremeyişim; senden hoşlandım demeyi bir kenara bırakın, adını bile soramayışım hep bu yüzdendir. Bu yüzdendir hüznüm, kırgınlığım, kızgınlığım, kıskançlığım, öfkem, kinim…”
Çocukluk travmalarını giderecek koşulları gençlik yıllarında da bulamamış Suphi. Basın Yayın’ı üçüncü sınıftan terk edip açık öğrenimden mezun olunca, Sultanhamam’da emprimecilerde, havlu, bornoz, nevresim, çarşaf satan dükkânların basık tavanlı asma katlarında muhasebecilik yapmaya başlamış. Fazla olmamakla birlikte kendisine yeten maaşıyla işinden şikâyeti yok. Aslında işini, hayatını değiştirecek radikal bir kararı alacak özgüveni yok Suphi’nin. Birbirine benzer günlerle, iç sıkıntılarıyla geçiriyor ömrünü; yanı başında utangaç bir gölge gibi gezinen, her döndüğünde ona bakıp gülümseyen, kendisini ölene dek terk etmeyeceğini bildiği mahcup iç sıkıntısıyla…

İlkgençlik yıllarında bağlandığı fotoğrafçılık merakı değiştirecektir bu iç sıkıntısıyla çevrilmiş tekdüze hayatını. Fotoğraf çekmek için İstanbul’u adımladığı bir gün rastladığı güzel bir kadın önce ilgisini çekecek, ardından tutkuyla bağlanacaktır. Ardından koşsa da yetişemediği bu kadına ilişkin yegâne veri bir fotoğraf karesidir; “O fotoğrafı çektiğim an değil, asıl karanlık odamda anlamıştım hayatımın kökünden değişeceğini; artık eski ben olamayacağımı, belki de bu yolda insanlıktan çıkacağımı, onu bulmak için İstanbul’un en köhnesinden yenisine, en çirkefinden, en batağından, en lüksüne gezeceğimi biliyordum. Artık bir buselik fotoromandı hayatım. Öpülesi bir fotoğrafın peşinden buselik makamında şarkıların eşliğinde ağır aksak giderken… Ben de hayalet çemberlerin ardından bakan siyah beyaz bir fotoroman kahramanı olmuştum.”

Fotoromanın kahramanı Suphi’dir. Zaman zaman kahramandan rol çalan figüranlar da var; annesi, ganyan bayisi dayısı, fal meraklısı teyzeleri ve aileye hiç uymayan sanatçı amcası… Kimisi dua ederek, kimisi fal bakarak, kimisi akıl vererek, kimisi eğleyerek yarasına merhem olmaya çalışırken Suphi de İstanbul’un dört bir yanında isimsiz sevgilisinin izini sürecektir.

Toplumsala Açılamayan
İz sürme hikâyelerinin merak uyandırıcı potansiyelinden bu kez de yararlanmayı biliyor Hakan Yaman. Bir türlü meselenin aslına gelemeyen, duygularını anlayabilmemiz için çaresizce kendisinden, çocukluğundan söz eden, takılıp kaldığı yerleri, bir saat sarkacı gibi salınıp durduğu halleri göstermek için çırpınan geveze anlatıcı sayesinde yarattığı potansiyeli ikinci bölümde türlü yan hikâyecikle daha da yükseltmiş… Özellikle ganyan bayisi dayısının zoruyla giriştikleri definecilik serüveni, sadece merak değil mizah da katıyor hikâyeye; “Veliefendi’deki galopların vazgeçilmezi, ganyanların, tabela bahislerin, plaselerin efendisi Şahbender dayı, biraz esmer, tıknaz, şapkasız ve bıyıklı bir Anadolu Indiana Jones’u olmayı” kafasına koyunca dayı-yeğen elde detektör ve kazma İstanbul’un altını üstüne getirmekle kalmıyor, Anadolu’ya bile açılıyorlar.

Hızlı akışına rağmen hikâyesinin çekiciliğine kapılmamış, anlatmakla yetinmemiş Hakan Yaman. Suphi’nin iç dünyasını, çocukluğundan önemli anları, gezdiği dolaştığı mekânları tasvir ederken sağlam, yer yer parıldayan bir üslubu var. Kendi ağzından dinliyoruz Suphi’yi. Başkaları önünde tutuklaşan genç adamın zengin iç dünyasını dışa vuran bu ses, psikologuna verilmiş bir kayıt aslında. Araya üçüncü sahış anlatısının girdiği kısa bir bölümün ardından yeniden ses kaydı sayesinde anlatıcı rolü birinci tekil şahsa yani Suphi’ye geçiyor. Böylelikle hem anlatımını çeşitlendirmiş hem de romanın kurgusuna uygun bir seçim yapmış.

Bu sevimli, duygusal ve hızlı akan hikayenin en önemli eksikliği toplumsala kapalılığı. İstasyon memuru babasının görev yeri Niğde’de geçen çocukluk günlerinde, fotoğraf merakına kapıldığı öğrencilik yıllarında, zaten üzerinde durmadığı öğrenciliğinde, askerliğinde, iş hayatında ve kadının izini sürdüğü zamanlarda çevresine bakıyor ama insanları görmüyor Suphi. Elbette insanlar var ama bu insanların hangi tarihsel toplumsal süreçte yaşadığını çıkarmak mümkün değil. İlk romanında gizemli kitabın izinden giderken 50’ler Türkiyesi’nden izler yakalamıştık. Fotoğraftaki Kadın’ın tarihsel geri planını Karam Yağları reklâm cıngılından gayrı yakalayabileceğimiz bir ipucuna rastlayamıyoruz. Gençlik döneminde kendisi ve arkadaşlarının diğer gençlerden farklılığının altını entelektüel faaliyetlere olan ilgileriyle çizen Suphi, içinde yaşadığı dönemin tarihsel, toplumsal, ekonomik ve siyasi gelişmelerinden sanki habersiz gibidir. Bu durumda Suphi’nin içe kapanıklığı çocukluk dönemine bağlı bireysel bir patolojiye dönüşüyor.

Farklı sosyal kesimlerden gelmekle birlikte Suphi ile Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi romanında çizdiği Kemal tipi arasında benzerlikleri sınırlayan da Suphi’nin tarihsellikten uzaklığı. Kemal’in tutkusu nesneler ve olaylarla cisimleşiyordu, yani tarihsel toplumsal bir derinlikle işlenmişti. Suphi’nin tutkusu ise sadece Suphi’yi işaret ediyor. Herhangi bir zamanda herhangi bir coğrafyada nedensizce içine düşülebilecek bir tutku hali. Ancak yine de tutkularında önemli bir benzerlik yakalıyoruz; tutkunun nesnesinden bağımsızlığı. Onların tutkularını aşk kavramının kendisine âşık olma durumu olarak değerlendirebileceğimiz gibi bir takıntı olarak görmek de mümkün.

Masumiyet Müzesi’nin ve Fotoğraftaki Kadın’ın kahramanları, 2000’li yıllardan bu yana romanımızda sıklıkla canlandırılan naif, romantik erkeklerden. İnce duyguları, kırılganlığı, pasifliği ama ille de yetimliği ile Tanzimat romanından çıkıp gelmiş havası veren bu erkek tiplemelerinin alegorik bir karşılığı olmalı.

FOTOĞRAFTAKİ KADIN
Hakan Yaman
Doğan Kitap
2008, 233 sayfa, 13 YTL.